17 Kasım 2012 Cumartesi

Before Music Dies

Müzik endüstrisi nereye gidiyordu? Bugün ne satıyor, şarkı sözleri mi yoksa dış görünüşler mi? Sesiniz olmasa da güzelmiş gibi yapıp bir de üstüne kaydedip dünya çapında dağıtabilir misiniz? Müziğe sadece satış odaklı yaklaşabilir misiniz? Peki dünyanın herhangi bir yerinde üretilen müziğe iki tıkla ulaşabilen dinleyiciye ne dinlemesi gerektiğini söyleyebilir misiniz?
Cevaplar için şu belgeseli izleyebiliyorsunuz: 


"2006 yapımı bu, o kadar da güncel değilmiş ki, dijital dünya bugün daha değerli bi kere!" derseniz de bu belgeselin peşinden PressPausePlay'i bulup izleyebiliyorsunuz (ve filmin içinde karşınıza sürprizler çıkabiliyor). Ya da bırakın üç maymunu oynayıp nostalji yapalım biz.  Nowhere Boy, I'm Not There ve Control biz romantikler için çok daha mutlu, gerçek ve güzeller.





13 Kasım 2012 Salı

Prensesin Doğum Günü

Sevgili Oscar Wilde,

Bu nasıl kurgu, nereden nasıl geldi aklına? derken dilinin, hikayelerinin ve hayallerinin gücüne hayran bırakıyorsun insanı, ya da tek bir cümlede darmadağın ediveriyorsun.

Bunlardan birinde de şöyle demişsin mesela bak:

....cüce çok mutludur. Kendisine çiçek atan prensesin ona aşık olduğunu zanneder. Prensesi aramak için sarayın odalarında gezinmeye başlar. Odaların birinde bir yaratık görür. Cüce ne yapsa yaratık da aynısını yapmaktadır. Sonra gördüğünün bir yaratık değil kendisi olduğunu anlar. Kambur sırtından, çarpık bacaklarından utanır. Kendisini sevdiğini zannettiği prensesin aslında onun çirkinliğiyle alay ettiğini anlar. Ağlayarak yerde tepinmeye başlar. O sırada prenses içeriye girer. Cücenin yine kendisini eğlendirmek için rol yaptığını zanneder ve onu alkışlar. Ama cüce tepki vermez, hıçkırıkları gitgide azalır, elini göğsüne bastırır ve kımıldamadan öylece kalır. Prenses kalkmasını emreder, cüce kalkamaz. Prenses mabeyincibaşına onu kaldırmasını emreder. Cücenin yanına giden mabeyincibaşı “Küçük komik cüceniz bir daha asla dans edemeyecek. Yazık oldu çünkü o bu çirkinliği ile kralı bile güldürebilirdi.” der. Prenses “Peki neden bir daha dans edemeyecekmiş?” diye sorar. Mabeyincibaşı cevap verir, “Çünkü onun kalbi kırıldı.”

Peki o zaman.




10 Kasım 2012 Cumartesi

Never Never Land



"Bir bakıma herkes yumurtadır. Varızdır ama kaderimizde yazılı olan biçimi henüz almamışızdır. Tepeden tırnağa olasılığızdır, henüz gelmeyen şeyin örneğiyizdir. Çünkü insan kovulmuş bir yaratıktır. Humpty Dumpty de kovulmuş bir yaratıktır. Duvardan düşmüştür, kimse onun parçalarını yeniden bir araya getiremez, ne kral ne kralın atları ne de kralın adamları. Aslında hepimiz birer Humpty Dumpty’yizdir efendim."
Peter Stillman 
New York Üçlemesi




8 Kasım 2012 Perşembe

Sounds like Branding

Windows 8 için Norveç'in hazırladığı viral çalışmaya vuruldum.
Herkese anlatarak ve paylaşarak da word-of-mouth pazarlamanın dibine vurmuş vaziyetteyim.


Yol kenarından gelen müzik ve ışıklı kaldırım taşıyla uyarılan test birimlerinin deneyim sonrasında yaşadıkları şaşkınlık ve tepki verememe durumuysa müziğin etkisini gösteriyor sanırım (pazarlama araştırmaları dersim, terimleriyle epey öğretici oldu farkettiyseniz).
Tüketiciye dokunmak adına mümkün olduğunca çok duyu organına hitap etmek gerekliliği günümüzün artık reddedilemez iletişim stratejilerden; dolayısıyla müzik ve sesler de marka değeri yaratma başta olmak üzere pazarlama ve iletişimin pek çok alanında tüketicinin yanında beliriveriyor.
Markalar bazen kişiliklerini hedef kitleye hatırlatmak istediklerinde (Pepsi-New Generation), bazen de marka kişiliğini oluşturmak adına (Dove Men-Bakımın Erkekçesi) müziğin gücünden yararlanıyorlar. Kimi yaratıcı markalar marka tonunu zihinlere kazıyabilmek (Emirates-Harmony), kimileriyse hedef kitlesiyle etkileşimi yakalayabilmek için (Burn-Şehrin Enerjisi) sesleri temel alan süreçler kurguluyor ya da sosyal sorumlulukları konusunda dünyayı haberdar etmek  isterken (Coca Cola-Beat of London) müzik ve seslerle değer yaratıyor. Intel'in üç notalı açılış sesi, Kellogg's kahvaltılık gevreğin çıtırtısı, Volkswagen'in "Da Da Da" üçlemesi çok küçük birer iletişim unsuru olarak görünse de markanın özel bir alanı sahiplenmesi, kendini hatırlatması ve farklılaşması açısından büyük anlam taşıyor.
Geleneksel pazarlama karmasının 4P ile gösterildiğini pek çok ilgili kişi bilir. Marka iletişiminde ise değerli ilişkiler yaratma ve sürdürme adına 4P, 4E'ye (emotions, exclusivity, experiences, engagement) dönüşüyor ve uygun karma markayı rakipleri arasında görünür, farklı kılabiliyor (Jacob Lusensky).


Öte yandan bizim geçmişimizde de, müziğin gücünden yararlanmak isteyen şöyle pazarlama iletişimi çabaları olmuş. İlginç mi korkunç mu ben bilemedim, kararı siz verin: