Bazı masallar vardır, bir yolunu bulup içine girebilmeyi hayal edersiniz, Alice gibi sıkışıp kalsam ya orada, hem geri dönmek de istemiyorum ben dersiniz, ama maalesef öyle bir dünya yoktur.Bazı sesler vardır, masallar anlatır. Masalları ruhunuzu yükseltir, mutluluktan uçurur, çok çok uzaklara götürür, bazen de bir cümlesiyle darmadağın ediverir. O seslerin sahibi gerçek mi, nasıl böyle güzel ki deyip fiziksel varlığa oturtamazsınız önce. Sonra da öyle bir alışırsınız ki evde, sokakta her an her yerde yanınızda duran bir varlık olup çıkarlar, oysaki dünyanın en uzak uçlarında yaşıyorlardır aslında. Orda-burda-biyerde kaydedilen videolarıyla karşılaştıkça nasıl güzel dünyaları olduğunu görüp onların yerine bir de siz mutlu olursunuz; çünkü siz ya yerinizde sayıyorsunuzdur ya da hayallerinizdeki alt tarafı bir kilometrelik yolu bir senede alamıyorsunuzdur.
Mesela kendinizi tutamazsanız, bir de bakmışsınız şöyle uzun soluklu bir masala kapılıvermişsiniz:Onlarla tanışmak güzeldir, aslında kadıköy anadolu'da pek çok şey güzeldir.Sonra bir yaz şekil değiştirip şu şekilde karşınıza çıkıverirler - ki o zaman da nasıl başardıysanız artık siz karşılarına çıkamazsınız. Aranızda adeta birkaç kilometre mesafe olduğu bilip (can alıcı nokta hangi yönde birkaç kilometre olduğunu bilememektir!) hostel odasının tüm kepenklerini indirerek karanlığa "gömülmek" deyimini fiziksel olarak yaşarken, o masalların artık mutluluk adına hiçbir içerik barındırmadığını hissettiğiniz anlar da vardır ve pek fenadır.Yıllar geçer, masallar sürüp giderken hayalleriniz yerinde sayıyor olabilir.
Kabul etmek gerek, işler bazen gerçekten de çok yavaş ilerlerler.Artık lise günleri bitmiştir çoktan, yeni ve çok farklı insanlar vardır yanınızda ve onların da kendi sesleri, masalları vardır. Kendi başınıza bulup dinleyemeyeceğiniz müzikleri birinin referansıyla keşfedip bağlanmalarınız çoksa eğer, en güzel masallarından biriyle şu kişiliğin hayatınıza girivermesi hiç de zor olmayacaktır.Önceleri sadece güzeldir, konser ertesinde yoğun doz alındığında ise çeşitli home-made videoları izleyip bilgisayar ekranına gülümseme rutiniyle baş başa kalmanız mümkündür. Konuşma sesini duyunca şarkı söylerken gerçekten içine masal aleminden çıkıp gelen bir yabancının girdiğini düşünebilirsiniz; hatta bazen aynı masal karakterinin şarkıları yazarken de içine kaçmış olabileceğinden şüpheleneceksinizdir.Ama aslında bunlar masallarınızın birkaç yüzüdür sadece.
Sayıları çok değildir gerçi ama cebinizde taşıdığınız birkaç değerli yüz daha vardır.Sonra bir gün gelir ve fark edersiniz ki, bu masallarmış aslında sizi koruyup büyüten yıllar geçerken.
Siz yeryüzünde yapayalnız çabalarken size destek veren onlarmış.
Bir şarkıyla, bir cümleyle, bir melodiyle yıllar yıllar öncesindeki bir kareye dönmek hiç de zor değildir çünkü, ama o karenin her zaman mutlu hatıraları geri getireceğine de söz verilemez. Bir damla göz yaşı düşebilir bazen, ama ağlamak kimilerine göre güzeldir, insanı büyüttüğü söylenir.Bunların farkına vardığınızda dersiniz ki işimde gücümde de sürekli müzikle iç içe olabilsem ya keşke. Ancak hayatın ne göstereceği bilinmez, kimi zaman hayal kurmaktır sadece sizin payınıza düşen. Bu kez de şu masala inanıp "dreams that you dare to dream, really do come true" dersiniz.
Ve evet bu ruh haliyle işiniz çoğu zaman zordur, kolay gelsin...
28 Ekim 2012 Pazar
Somewhere over the Rainbow
Etiketler:
Julian Casablancas,
Müzik,
New York,
Sin Fang,
The Strokes
24 Ekim 2012 Çarşamba
feel like a teardrop streaming off your chin
13 Ekim 2012 Cumartesi
Shine Electric City!
Yıllar önce radyoda bir şarkı "i've never cared for authority, never felt part of the majority" diyor. O bad sesli, kendine güvenli vokali ve vokalle oldukça tezat hareketli melodiyi duyunca bir duruyorsunuz. Sonraki gün "shine electric city, shine in the cool of your emptiness around the curve of your spine" diyor o bad ses, sözlerdeki duyarlılığı fark etmeseniz öyle dinleyip geçeceğiniz şarkılardan olabilir belki bu da. Ama başka bir gün sözlerini duyunca "love is a word in the sand that a wave wipes away with her hand and the ocean just don't understand" dünya değişiveriyor. Artık FIREWATER fethetmiş durumda sizi.
Gelseler de keşke bir konserlerine gidebilsek, kesin sahnede de güzellerdir.
12 Ekim 2012. Akbank Caz Festivali ile İstanbul'dalar.
Aslında belki de İstanbullu'lar. Çünkü daha sahneye çıkar çıkmaz "İstanbul'un evi olduğunu" söylüyor vokaldeki Tod Ashley. Sanıyoruz ki bu bir iltifat ve Tod da pek çok yabancı sanatçı gibi bu şehri sevivermiş hemen. Konserden sonra, sosyal medya profillerinden birinde İstanbul'da yaşadığını görünce ama, konserde bize Tod'un eşi olduğunu söyleyen Türk ablanın gerçekten de eşi olduğuna inanabiliriz artık.
Dedikoduyu bırakıp müziğe geri dönersek... gitarıyla, perküsyonuyla, üflemelileriyle sahnede büyük cümbüş var. Perküsyon şov ve melodik gitar vuruşları sizi müziğin içine itiverirken hemen parmaklarınızın ucundaki vokal, şarkıyı söylerken gülümseyip duruyorsa o konser hiç bitmese de olur. Ayrılık şarkımız Bourbon and Division oluyor. Her zaman en güzel yerinde sahneden inip gidersiniz zaten... Ama evet yüzümüzde gülücüklerle ayrıldığımız bir konser daha.
2 Ekim 2012 Salı
Çok gören mi, çok gezen mi, çok kalan mı mutludur?
Şehir / Konstantin Kavafis
"Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim," dedin,
"Bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
- bir ceset gibi - gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam
"Bundan daha iyi başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya;
- bir ceset gibi - gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam
Kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün,
Boşuna bunca yılı tükettiğim bu ülkede."
Yeni bir ülke bulamazsın.
Boşuna bunca yılı tükettiğim bu ülkede."
Yeni bir ülke bulamazsın.
Başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.
Aynı mahallede kocayacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Aynı mahallede kocayacaksın;
Aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma -
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte
Öyle tükettin demektir bütün yeryüzünde.
Hayat şiirdeki gibi mi gerçekten de? Ve "çok gören mi, çok gezen mi, yoksa çok kalan mı mutludur?" sorusuna yanıtı bilen biri varsa lütfen gelsin bulsun beni bir an önce.
O zaman şimdilik kendime verebileceğim tek hediye bu.
Beirut'a dayanamam, o arka plandaki Brooklyn görüntülerine hiç.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)