İki büyük hatam var.
Biri arkadaş hediyesi “Konuştuğumuz Gibi Gidelim Uzaklara”
Kürşat Başar kitabı, diğeri vakıf hediyesi Michael Haneke’nin son filmi “Aşk”.
Kitapları yarım bıraksam da dönüp geri gelme alışkanlığım olduğundan bir gecede
bitsin bari deyip hıçkırarak okuduğum kitap ve bu işkenceyi neden kendime
yapıyorum acaba diye sormama rağmen yanımdaki insanlara açıklama yapmadan salonu
terk edemeyeceğim için (ki terk ettiğim zamanlar da oldu, insanların yaklaşımı
garip oluyor) ikinci yarı boyunca sessiz sessiz ağladığım film.
Haneke’nin ise bu kez böyle abartabileceğini adeta öngöremedim.
Haneke’yle ilk tanıştığımız film 7. Kıta’da açıkçası
sıkılmıştım, biraz, havai ruhum Haneke’nin derin görüşünü anlayamamıştı diyelim ya da. Funny Games’te ise Arno’nun çok ciddi oyunlarına arada bir
gülümsemedim değil, sadist olabildiğim durumlar var evet. Ama benim için en
vurucusu Code Unkown olmuştu, öyle gerçek sahneler vardı ki geri alıp tekrar
tekrar izlediğim.
Amour’da ise bu gerçeklik adeta ‘akıyordu’ artık, benzer sahneleri yaşamış birinin hiç etkilenmeden izlemesi mümkün değildir herhalde, ki ben de bunu yapamadım zaten. Perdede kendi anne babanı görmek bazı anlarda, kocaman, şu an yazarken bile gözlerimden yaşlar sızmasına sebep olabiliyor.
Bazen hayat çok zor, ama daha da zoru bir gün unutup bir gün hatırladığın bir dünyada yaşıyor olmak sanırım.
Amour’da ise bu gerçeklik adeta ‘akıyordu’ artık, benzer sahneleri yaşamış birinin hiç etkilenmeden izlemesi mümkün değildir herhalde, ki ben de bunu yapamadım zaten. Perdede kendi anne babanı görmek bazı anlarda, kocaman, şu an yazarken bile gözlerimden yaşlar sızmasına sebep olabiliyor.
Bazen hayat çok zor, ama daha da zoru bir gün unutup bir gün hatırladığın bir dünyada yaşıyor olmak sanırım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder