29 Mayıs 2013 Çarşamba

Kültür? Endüstri?!


Sanat eserlerinin metaya dönüşmesi ve bu şekilde alımlanması gibi tüketim toplumunda metanın kendisi de imgeye, temsile ve gösteriye dönüşmüştür. Kullanım değerinin yerini ambalaj ve tanıtım almıştır. Sanatın metalaştırılmasının sonu, metanın estetize edilmesidir. Metanın baştan çıkarıcı ölümcül şarkısı, vaktiyle burjuva sanatının barındırdığı mutluluk vaadini yerinden etmiştir. Tüketici Odysseus tatmine ulaşacağını umarak kendini sevinçle meta denizinin sularına bırakır, ama aradığını bir türlü bulamaz.
Theodor Adorno 1944
Öyle.




27 Mayıs 2013 Pazartesi

Düşün. Sonra bırak düşünme.

Reklam almış gibi olmak da istemem ama
bir süredir radyoda şu cümleleri duyuverdiğim an irkiliyorum,
işi gücü bırakıp her seferinde 'düşün'üyorum.

Anla bir anda.
Gün yok bugünden başka.
Her şey şimdi şu anda.
Git.
Kendini al yanına.
Bir çanta.
Yeni bir deniz keşfet.
Dünyayı gör kendi gözlerinle.
Kendini gör başkasının gözüyle.
Dön.
Ruhunu unutma.
Ayakta uyuma.
Saat kaç?
Çalış.
Tembellik yap.
Aklını özgür bırak.
Aşık ol.
Terk et.
Yeniden başla.
Koş.
Yetiş.
Bırak.
Dur.
Dinlen.
Sıkıldın mı? Yok canım.
Hep eğlen.
Her şey kendiliğinden.
Aynaya bak.
Yokla kendini.
Sor.
İyi misin?
Mutlu musun?
Neredesin?
Düşün.
Sonra bırak düşünme.
Bazen cevapları bilmeden de mutlu olunur.
Hayat dediğin budur!



26 Mayıs 2013 Pazar

'Sound'Garden


Duyuyor musunuz? Ne de güzel konuşuyor insanlar.
Ama konserdeyiz ve en öndeyiz aslında.
Hadi arkadakiler konuşsunlar, çünkü demek ki müziğe o kadar da yakın olmak istemiyorlar yani niyetleri belli. Ama önlerdeyseniz ve adamlar multi enstrümanla o popüler dünyanızda belki bir daha karşılaşamayacağınız kadar güzel bir şeyler çalıyorsa konuşmaya devam etmemelisiniz bence.
O çok ilginç bir dünya gerçekten de, Kings of Convenience abileri susmanızı istediğinde bile çenenizi kapatmak yerine "adam beğenmiyorsan git dedi abi resmen haha" şekliyle devam edebildiğiniz.
Bence yoldan çıkıyoruz hızla, olay birkaç senedir 'festivale gidelim, güzel müzik dinleriz' kafasından etkinlik ve kültür pazarlamasına çekilmiş vaziyette. Ve biz elimizden başka türlüsü gelmediği için değil, içimizden gele gele çok çabuk giriveriyoruz o yola. Neyse tamam sorun değil(!) ama bari gerçek müzikleri bu yolda harcamasaydık, daha doğru haliyle TÜKETMEYESEYDİK...

Soundgarden epey güzeldi dün.
Bir dolu İstanbullu genç güldü, eğlendi, güneşlendi, dans etti, mutlu oldu ama  pek müzik dinlemediler bence (en korktuğum şeyse müzik dinlemeyi gerçekten unutmuş olabilecekleri). Festival Molotov Jukebox için kesinlikle en doğru adresti mesela, ama Kings of Convenience bu tarz 'dağıtmalık' bir festivalde olamazdı öyle ki sahnedekiler dahil pek çoğumuz da pek mutlu olamadık. Bence Kings of Convenience şu hissiyatta kalmalıydı hepimiz için. Geçen yaz açık alanda gerçekleşen Feist konserinden sonra çoğu dinleyici ses dağıldığı için umduğunu (hayal ettiğini) bulamadığını söyleyip durmuşken ormanın göbeğinde bir adet akustik Kings of Convenience. Dahası arkadaki sahneden gelen kocaman uğultular. Dahası susamayan gençlik. Üzgünüm. Günün sonunda sahneye çıkan Devotchka ise farklı bir uçta yaptıkları müzikle dinleyebileceğimiz en değerli yabancı gruplardan biri, ama çoğu insan onları popüler-kült filmlerinden Little Miss Sunshine'dan tanıyor ve oraya "gidelim, eğleniriz abi" kafasıyla gelmiş zaten. Devotchka müzisyenleri sahnede ciddiyetle yardırmaya başlayınca ise ne yazık ki eğlenemiyorlar, önlerdeki kalabalık yavaş yavaş seyreliyor öyle ki biz bir bakıyoruz en öne gelivermişiz. Alkışlar da haliyle seyrek (kalabalığın içinde, benim duyabildiğim). Bir kez daha üzgünüm çünkü Devotchka'yla da beklenen iletişimi kuramadık.

Ve ben bunları yazarken yine dünyadaki en romantik kişi olduğumu düşünüyorum istemeden.
Çünkü hayatta müzik gibi çok değerli bir şey var, ama biz adeta onu da tüketmeye programlanmışız gibi sadece bir yerde olmak (ya da olduğumuzu göstermek) için bir şeyler yapıp duruyoruz.
Ve bu durumdan pek çabuk sıkılamayacağız gibi durduğu için ben sadece üzülebiliyorum.




11 Mayıs 2013 Cumartesi

Gözyaşı Göleti


"O gece yatakta, New York'taki her yastığın altından geçecek ve bir gölete bağlanacak boru sistemini icat ettim. İnsanlar gece yataklarında ağladıklarında gözyaşları aynı yerde toplanacak ve sabahleyin hava durumu Gözyaşı Göleti'ndeki seviyenin yükseldiğini veya alçaldığını bildirecek ve böylece New York'un ağır botlar giyip giymediğini bilecektiniz...."

"Duştan akan suya, ruh halinize göre ten renginizi değiştirebilsin diye kalp atışınız, vücut ısınız, beyin dalgalarınız gibi birtakım şeylerin birleşimine tepki veren bir kimyasal karıştırılsa nasıl olurdu? Aşırı heyecanlanırsanız cildiniz yeşile ve kızgınsanız haliyle kırmızıya ve Goethe gibiyseniz kahverengine ve hüzünlüyseniz maviye dönerdi. Böylece herkes herkesin ne hissettiğini bilirdi ve birbirimize daha özenli davranabilirdik..."

"Belki bütün gözyaşlarını tüketebileceğin doğrudur. Belki babaannem haklıdır, diye düşündüm. Hoş bir düşünceydi bu, çünkü bomboş kalmak istiyordum..."

Oskar Schell

(catcher in the rye Holden Caulfield'ı abim olarak benimsemiştim, 
Oskar ise artık küçük kardeşim)




5 Mayıs 2013 Pazar

What kind of fish you are??

Yağmurlu bir ocak günü şıpır şıpır ıslanarak iksv'ye yürüdüğümü hatırlıyorum. 
Salon son yıllarda nordikleri pek seviyor, bu kez bizim için yaptıkları "iyilik" ise EFTERKLANG!


Öncesinde evde hafif hafif dinleyerek tanımaya çalıştığınız, sonra yanınızda taşımasanız olmayacak - bazı adamları kulaklıkla dinlerseniz öldürücü oluyorlar diye bir gerçek de var - The Ghost of Piramida filmini izledikten sonra ise müziğe yaklaşımlarına hayranlığınızın katlanacağı bir süreç düşünün. Haliyle uzun zamandır bekliyoruz.
Ama onlar da bu bekleyişin hakkını fazlasıyla veriyorlar. Biz Piramida etkisini unutamamışken Hollow Mountain'la başladılar ya, o an kulaklarınıza inanamamak. Çünkü bir adım ötenizde ve o denli güzeller. İtiraf ediyorum, sürekli gülümseyen ve kalplerini gösterip duran müzisyenlere karşı zaafım var, yapamıyorum. Hayır ama nasıl olsun zaten, you're the heart beat şekilli çığlıklarının sonunda mikrofondan öpücük yollayan bir vokal duruyor orada.
Bir de Portekiz'den bize, bizden Roma'ya taşıyıp durdukları küçük eşyalar...
Efterklang'ı dinleyen insanların ortak bir paydası var sonuçta, hissiyat büyük. Ve bu eşyaları farklı farklı şehirlere götürüp oradaki insanlara dağıtmak dinleyicileri de hikayeye dahil etmek oluyor ki Efterklang abilerinin samimiyetini gördüğünüzde Portekiz'de poşete atılmış bir anahtarlığı alıp sizin eve getirmiş olmanız epey değerli. Dolayısıyla konser boyunca her şarkıdan ayrı etkilenip nasıl bu kadar güzel olabiliyorlar şekliyle şaşırarak mutluluktan ölmeniz olası.
Tek sorun nordiklerin biraz fazla uzun olması. Ama Casper'in önümüzdeki ekipmanı yan çevirip o uzun boyuyla üzerine çıkması bile dünyanın en güzel şeyi (konserden önce kafede otururken dışarıda kısacık şortlu bir Casper Clausen görüvermenin güzelliğine ise hiç girmek istemiyorum şu noktada).

Evet konserden önce sponsorlukla ilgili konuştuklarımız gerçek olmuşlar gibi. 
Efterklang gelmiş adeta bizim evin salonunda söylüyormuş gibi. 
Ama keşke tek gecelik bir konser olmasaydı ve daha uzun dinleyebilseydik tabi...
Korkarım doyumsuzluk en fena şey!